Türkler’in birbiri arkasına çeşitli yönlerde yayılmalarını sağlayan başka unsurlar da mevcuttur ki, bunlardan biri Türk maneviyatının sağlamlığıdır. Zaruret neticesi de olsa, bilinmeyen ufuklara doğru akmak, her an karşılaşılması muhtemel tehlikeleri göğüslemeğe hazır bulunmak ve aralıksız bir ölüm-kalım savaşı ortamında yaşamak, her millet için doğal sayılacak bir durum değildir.
Türkler’de açık şekilde görülen ve onların tarih boyunca hareketli bir topluluk halinde sürekliliğini mümkün kılan bu ruhî davranış başarılar arttıkça daha da kuvvetlenmiş, her askerî başarı da yeni bir siyasî hedefe yol açmış ve ülkeler zapt edildikçe yeni fetih arzuları kamçılanmıştır. Bu durum Türkler’de, zamanla, dünyayı huzur ve sükûna kavuşturmayı gaye edinen bir fetih felsefesi ve her yerde adil, insanları eşit sayan Türk töresini yürürlüğü koymak üzere bir “cihan hakimiyeti ülküsünün” doğmasına zemin hazırlamıştır.